Bu Blogda Ara

3 Mayıs 2013 Cuma

Onlar "Neme lazım" diyenlerin geleneğinden geliyor, Biz isyan edenlerin,

Onlar grev kırıcıların geleneğinden geliyor, biz grev yapanların,

Onlar "Sürüden ayrılanı kurt kapar" diyenlerin, geleneğinden geliyor, biz "Koyun musun kardeşim!" diyenlerin,

Onlar ayran içenlerin geleneğinden geliyor, biz "Günah benim kime ne!" diyenlerin,

Onlar ellerini önlerinde kavuşturup başlarını bükenlerin geleneğinden geliyor, biz yumruklarını sıkıp kaldıranların,

Onlar sadakayı lütfedenlerin geleneğinden geliyor, biz ekmeği ikiye bölenlerin,

Onlar "işini bilenlerin" geleneğinden geliyor, biz yumruğunu masaya vurup konuşan Yaşar Usta'nın,

Onlar "gizli gizli kırıştıranların" geleneğinden geliyor, biz dört nala sevişenlerin,

***

Onlar sırıtanların çocukları, biz kahkaha atanların,

Onlar "Evinizde oturun, bizim de vaktimiz gelecek" diyenlerin vaazlarını dinledi, biz "Sokak özgürleştirir" diyenlerin şiirlerini,

Onlar gayretkeş gardiyanların çocukları, biz vazgeçmeyen mahkumların,

Onlar Recep İvedik, biz Yılmaz Güney,

Onlar etek öpmüş, biz "paçaları aşağıya almışız",

Onlar "Converse" giyince sivilleşen çocuklar, biz postallıyı makosenli görünce de tanıyanlar,

Onlar Muhteşem Süleyman'ın ahvadı, biz "Bu dünya Sultan Süleyman'a kalmadı" diyenlerin,

Onlar "örgüt, ideoloji, emek" sözlerini şeytan icadı sananların çocukları, biz "zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların",

Onlar "çukurları işçilerden" korurlar, biz "işçileri çukurlardan",

Onlar çocukları bombalayıp "Pardon" bile demeyenler, biz ölü çocukların gözleriyle yaşayanlar,

Onlar suçlu kendileri bile olsa ekranlarda bık bık konuşanlar, biz öfkeden, tiksintiden nutku tutulanlar,

Onlar gazı atana değil yiyene kızanlar, biz yaralı arkadaşlar için ambulans arayanlar,

Onlar ihale peşine, biz arkadaşlarının duruşmalarında koşturanlar,

Onlar "Herkes bize benzesin" der, biz "Kim olursan ol gel",

Onların iftarı beş yıldızlı, namazı bodyguard'lı, biz iman ederiz çıplak gelip çıplak giden insana,

Onlar çocuklar soru sormasın diye 4+4+4, bizde "Matematik iyi, kuşlar pekiyi",

***

Onlar bu sabah çıkıp dövülenleri suçlayacaklar, biz bu sabah kalkıp "İyi misin?" diye arkadaşlarımızı arayacağız.

Onlar bu gece ayran içip mışıl mışıl uyuyacaklar, biz sofra kurup dostluğu, arkadaşlığı kutlayacağız.

Onlar huzurlu rüyalar görecek, biz gerçeği görmek için birbirimizin güzel, aydınlık yüzlerine bakacağız.

Onların çocukları babalarının göbekleriyle övünecek, bizim çocuklar babalarının kalbiyle...

Onlar böyleyken, biz böyleyiz işte... Bu kavga bitmez!

1 Mayıs 2013'de yaşanan saldırıları tarihin kayıtlarına böyle geçirdim. Hepimize geçmiş olsun!

Ece Temekuran (2 Mayıs 2013, Birgün Gazetesi)
Onlar "Neme lazım" diyenlerin geleneğinden geliyor, Biz isyan edenlerin,

Onlar grev kırıcıların geleneğinden geliyor, biz grev yapanların,

Onlar "Sürüden ayrı...
lanı kurt kapar" diyenlerin, geleneğinden geliyor, biz "Koyun musun kardeşim!" diyenlerin,

Onlar ayran içenlerin geleneğinden geliyor, biz "Günah benim kime ne!" diyenlerin,

Onlar ellerini önlerinde kavuşturup başlarını bükenlerin geleneğinden geliyor, biz yumruklarını sıkıp kaldıranların,

Onlar sadakayı lütfedenlerin geleneğinden geliyor, biz ekmeği ikiye bölenlerin,

Onlar "işini bilenlerin" geleneğinden geliyor, biz yumruğunu masaya vurup konuşan Yaşar Usta'nın,

Onlar "gizli gizli kırıştıranların" geleneğinden geliyor, biz dört nala sevişenlerin,

***

Onlar sırıtanların çocukları, biz kahkaha atanların,

Onlar "Evinizde oturun, bizim de vaktimiz gelecek" diyenlerin vaazlarını dinledi, biz "Sokak özgürleştirir" diyenlerin şiirlerini,

Onlar gayretkeş gardiyanların çocukları, biz vazgeçmeyen mahkumların,

Onlar Recep İvedik, biz Yılmaz Güney,

Onlar etek öpmüş, biz "paçaları aşağıya almışız",

Onlar "Converse" giyince sivilleşen çocuklar, biz postallıyı makosenli görünce de tanıyanlar,

Onlar Muhteşem Süleyman'ın ahvadı, biz "Bu dünya Sultan Süleyman'a kalmadı" diyenlerin,

Onlar "örgüt, ideoloji, emek" sözlerini şeytan icadı sananların çocukları, biz "zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların",

Onlar "çukurları işçilerden" korurlar, biz "işçileri çukurlardan",

Onlar çocukları bombalayıp "Pardon" bile demeyenler, biz ölü çocukların gözleriyle yaşayanlar,

Onlar suçlu kendileri bile olsa ekranlarda bık bık konuşanlar, biz öfkeden, tiksintiden nutku tutulanlar,

Onlar gazı atana değil yiyene kızanlar, biz yaralı arkadaşlar için ambulans arayanlar,

Onlar ihale peşine, biz arkadaşlarının duruşmalarında koşturanlar,

Onlar "Herkes bize benzesin" der, biz "Kim olursan ol gel",

Onların iftarı beş yıldızlı, namazı bodyguard'lı, biz iman ederiz çıplak gelip çıplak giden insana,

Onlar çocuklar soru sormasın diye 4+4+4, bizde "Matematik iyi, kuşlar pekiyi",

***

Onlar bu sabah çıkıp dövülenleri suçlayacaklar, biz bu sabah kalkıp "İyi misin?" diye arkadaşlarımızı arayacağız.

Onlar bu gece ayran içip mışıl mışıl uyuyacaklar, biz sofra kurup dostluğu, arkadaşlığı kutlayacağız.

Onlar huzurlu rüyalar görecek, biz gerçeği görmek için birbirimizin güzel, aydınlık yüzlerine bakacağız.

Onların çocukları babalarının göbekleriyle övünecek, bizim çocuklar babalarının kalbiyle...

Onlar böyleyken, biz böyleyiz işte... Bu kavga bitmez!

1 Mayıs 2013'de yaşanan saldırıları tarihin kayıtlarına böyle geçirdim. Hepimize geçmiş olsun!

Ece Temelkuran (2 Mayıs 2013, Birgün Gazetesi)

12 Haziran 2012 Salı

“Behzat Che”nin gerilla savaşı

Can Dündar
Behzat Ç.’nin meçhul “Ç”sinin doğru okunuşu, “Behzat Che” olsa gerek...
Önceki geceki bölüme
anca bu isim yaraşırdı.
 

* * *
Hükümet’
ten ve RTÜK’ten “Evlilik dışı ilişkiyi özendiriyor” itirazı gelince Behzat’ın birlikte olduğu savcı sevgilisiyle apar topar başgöz edilmesi, ciddi bir taviz gibi gelmişti bana...
Ardından RTÜK, “Bu adam çok içiyor. Alkolü özendiriyor” diye kanala para cezası kesince, bu bölümde de Behzat’ın “İçki mideme dokunuyor” deyip oralete başlamasından endişelenmiştim.
Dizinin yönetmeni Serdar Akar’a “Bırakacak mı” diye sordum. Gülerek, “Siroz olmadıkça bırakmaz” dedi.
Hakikaten de öyle oldu.
Pazar gecesi Behzat, içkiyi bırakmak şöyle dursun, dozu artırdı adeta; amirine de ikram etti.
“Ekrandan kaldırılacak” söylentileri eşliğinde sezon sonu finaline giden
dizi, bu bölümde cami duvarı önünde “Eteğimizdeki bütün taşları dökelim” der gibiydi.
Anlaşılan “vuruşarak çekilmeye” karar vermişlerdi.
“Bip”lenen küfürler tavan yaptı.
Emniyet dayağı, zanlıya “paintball atışları”yla renklendirildi.
Suriyeli muhaliflere giden tüfekler, mafyanın kucağında kiralık fahişeler, tehditle alınan ihaleler gırla gitti.
Behzat Che, lafı hiç çevirmeden çırılçıplak bir
Türkiye manzarası sundu bize...


Uludağ Sözlük’ten alınmıştır.


* * *
Bölümün asıl gözüpekliği, anlatılan hikâyenin özündeydi.
Behzat’ın savcı eşi ihale yolsuzluğunun üzerine gitmeye kalkışınca ihaleyi alan “
derin devlet”, Savcı’yı bertaraf etmeye karar verdi. Bu aralar pek muteber sayılan bir yöntemle çekmecesine bir flashdisk yerleştirdiler. Sincan Ağır Ceza’dan arama kararı çıkarttırıp odasını bastılar. Bulunan flashdiskle Savcı’yı örgüt üyeliğiyle suçladılar. Sonra da Behzat’ı çağırıp “Karın bu işin peşini bıraksın. Yoksa içeri girer” dediler.
Behzat eşiyle konuşurken hepimizin bildiği gerçeği söyledi:
“Bu iş çığırından çıktı. Senin hukukun bitti. Onların hukuku var artık...”
Esra’nın yanıtı, umudun tükenmediğine kanıttı:
“Behzat; ben seni bırakırım, bu işin peşini bırakmam.”

* * *
“Bir
Ankara polisiyesi”, sadece iktidarın kirli çamaşırlarını deşifre etmekle kalmıyor, aynı zamanda bize onlarla nasıl mücadele edileceğinin dersini de veriyor.
Üzerlerine gideceksiniz; tuzak vuracaklar.
Afişe edeceksiniz, bürokrat satın alıp saklayacaklar.
Yılmazsanız çetesiyle, tetikçisiyle, emniyeti, yargısı, cemaatiyle üstünüze çullanacaklar.
Teşhir etmek için dizi yapacaksınız, RTÜK’üyle, milletvekiliyle, bakanıyla, türlü çeşit bahaneyle durdurmaya çalışacaklar.
Korkup sözünüzü sakınmayacak, tersine daha üst perdeden söyleyeceksiniz.
Erken tatile sokacaklar, yayından kaldıracaklar, yasaklayacaklar.
O zaman belki Ankara’da her pazar yapıldığı gibi, diziyi meydanlara kurulan perdelerde göstereceksiniz ya da internete taşıyıp alternatif bir yayıncılığın öncülüğünü üstleneceksiniz.
Medyada baskı karşısında susup oturanlara, hatta susmayanlara sataşarak göze girmeye çalışanlara, giderek bir halk kahramanına dönüşen Behzat Che’yi tavsiye ederim.
Ekranda gerilla savaşı nasıl verilirmiş, izleyip öğrensinler.

16 Mart 2012 Cuma

CEZA

Çadırdakiler... BEKİR COŞKUNDAN

 
 
 
Çadırda işçiler yandıktan 75 dakika sonra sigortaları yapıldı...

Ki Allah korusun...

Bir şey olursa...
 
*
Sigortalı olmak isteyene 45 soru soruyorlar...

Bir sakatlığı var mı?..

Tansiyon falan...

Sonra göz muayenesine...

*

İşçiler yanarak öldükten sonra kavuştukları sigorta, yeryüzünde en hızlı sigortaya kavuşma süresidir ayrıca...

Bunu bir Türk başardı...

İnşaatın müdürü “koş” dedi...

Rahmetli öldükten 75 dakika sonra, olasıdır ki sağlık karnesi de hazır...

Belki o arada terfi de etmiştir.

*

Irgatlar...

Şehre geldiklerinde biri yandığında öbürleri de yanıyor...

Yan yana, birbirlerine dayanarak, soğuktan can cana sokularak...

Onu ben bilirim; teneke evlerde, konteynırlarda, barakalarda, naylon çadırlarda... Bir kirli şilte, gazeteye sarılmış kuru ekmekler, kararmış bir de çaydanlık...

Görkemli dünyalar inşa ediyorlar zenginler için...

Aynalı binalar, gökdelenler, burmalı kuleler, cam saraylar...

*

Gidip inşaattaki işçiye “Küresel ekonomi bu işte... Senin naylon çadırından çıkıyor şu aynalı gökdelen... Sen aç ve yoksul kaldıkça o, aynalıda mı, yoksa işerken müzik çalanında mı oturmayı seçiyor?.. Biraz düşün bunu istersen” desen...

Ezberindeki sözcüktür “Anarşist” der sana...

Karakola ihbar da eder seni...

Hiç sorgulamadan...

“Dünyanın en bereketli toprakları üzerinde... Bu ülke bu kadar zenginse... Ben niye aç ve sefil bu naylon çadırlarda yanıyorum?” diye hiç sorgulamayacak da...

*

Aynalı binada oturanlar “muhalif” oldular...

O “razı” kaldı...

*

AKP’nin köylerden, varoşlardan ve gelişmemiş bölgelerden yüzde 74’lere varan oy almasının sırrıdır bu...

“Tevekkül”dür...

Razı oluş...

Onun için zaten “dindar nesil” lazım, kendi sigortaları için...

*

Eeee titriyorlar tabii üzerine...

Yandıktan 75 dakika sonra sigortasını yaptılar...

Hiç Allahları yok...
 
 
 

15 Temmuz 2011 Cuma

Futbol endüstriyelleşmiş olabilir.
Ama biz malul/meta değiliz.
Taraftarız.
Seyirciyiz.
Renklerine sevdalandığımız tutkunlarız.
Hangi Beşiktaşlı başarısızlıktan dolayı takımını terk etmiş?
Hangi Beşiktaşlı yenilgiden sonra takımına küsmüş?
Hangi Beşiktaşlı harama tevessül etmiş?
Yıllardır söyledik. Şimdi bağırmak zamanı.
Şeref’inizle oynayın, Hakkı’nızla kazanın!
Beşiktaş’ı bir değerler manzumesine dönüştüren, “duruşumuzu” borçlu olduğumuz iki abide isme yakışanı yapın.
Biz Beşiktaş taraftarları…
Elle atılan golle hüzünlendik. Hak etmemiştik.
Kendini yere atıp penaltı kazanan oyuncuya öfkelendik. Hak etmemiştik.
Rakibine dirsek vuranı, çelme takanı ıslıkladık. Efendi davranılmamıştı.
Haksız yere ceza gören rakip oyuncuyu savunduk. “Eyyamcı hakem” diye bağırdık.
Böyle olmalıydık.
Gündelik yaşamımızda peşinde koştuğumuz ahlakı, erdemi, dürüstlük ve olgunluğu sahada da görmeliydik.
Bizler Hatice’nin ahvalini de önemseyen, neticenin ille de başarının biricik kriteri olmadığına inananlardık.
Bugün Türk futbolu büyük bir sınavdan geçiyor. Kaybettiğimiz, üzüntüden kahrolduğumuz maçların nasıl parayla satın alındığını, nasıl “ille de başarı” diyenlerin hayatımızın biricik sevdasını istismar ettiğini öğreniyoruz.
Bugün maaşımızdan arttırdığımız bir biletin, umudumuzu bağladığımız bir kuponun, harçlığımızdan biriktirdiğimiz bir deplasman biletinin ardında aslında ne oyunlar oynandığını, ne hile ve düzenbazlıklar olduğunu öğreniyoruz.
Bugün sevdalandığımız renklerin süregelen soruşturmanın sadece mağduru değil, zanlısı da olabileceğini öğreniveriyoruz.
Mahkemenin kararını vereceği son güne kadar bu olayda ismi geçen bütün Beşiktaşlılar bizim için masumdur. Onlara önyargı ile bakmayacağız.
Ancak diğerlerinin yaptığı gibi arkalarından peşi sıra gitmeyi de reddetmeliyiz. Acı ve sancılı da olsa doğrusu budur. Artık “o” Beşiktaşlılar bize bizden olduğunu kanıtlamak zorundadır. Zira bizim yıllardır –perde arkasını bilmeden- yaşadığımız düş kırıklığını Kayseri’de yaşayan “Boz Baykuşlar” ile empati kurmadan gerçeğin peşinde koşamayız.
Şimdi iki takım var. Biri namuslu ve dürüst olanların takımıdır. Diğerinde ise şikeci, düzenbaz ve hile ile çıkar peşinde koşanlar var.
Biz Beşiktaşlılar ilkini temsil ediyoruz. Etmeliyiz.
Onun içindir ki masum olduğuna inandığımız, sonuna kadar inanacağımız “zanlı” Beşiktaşlılarla aramıza mesafe koymalıyız. Masumiyetlerini kanıtlayıncaya kadar ne “büyük” diye bağırırız ne de “yanındayız” diye destek veririz. Artık aidiyet değil hukuk devreye girmiştir. Adaleti simgeleyen o gözü bağlı kadın kadar tarafsız ve objektif düşünürüz.
Zira biliriz ki eğer ki ortada Beşiktaşımızı zan altında bırakacak bir iddia varsa. Biz utanacağız.
Eğer ki puan ya da kupa için anlaşılmışsa o kupaya saygı duymayacağız.
Eğer ki bir kişi bile vaatle Beşiktaş’a karşı yeterince koşmamışsa biz sevinemeyeceğiz.
Kimse “Beşiktaşk” dediğimiz için her şeyi mübah göreceğimizi beklemesin. Biz sevdiğimiz renklerin sevdalısıyız, belalısı olmayacağız.
Diyoruz ki:
Arının…temizlenin…masumiyetinizi sadece yargıya değil, bizlere de kanıtlayın.
Sizi kucaklayalım. Coşkuyla gücünüze güç katalım.
Ama siz de arınıncaya, temizleninceye ve masumiyetinizi kanıtlayıncaya kadar Beşiktaş’la aranıza mesafe koyun. Beşiktaş’a yapılacak en büyük iyilik budur.
Diyoruz ki:
Tarihi bir fırsat elimizdedir.
Adını dürüstlüğü ile bizleri “şerefli ikinciliklerle” onurlandıran efsanevi başkanımızın diliyle adlandıralım. “Fitbol”da temizlik hareketini biz Beşiktaşlılar başlatalım. Formalarımıza, atkılarımıza bir siyah kurdela bağlayalım. Bilelim ki o kurdela sahibi olan bizler “Fitbol”da Temizlik Hareketi”nin erleriyiz.
Manifestomuzu birlikte yazalım.

Ey diğer renklere gönül verenler…
Bu yazıdaki bütün Beşiktaş sözcüklerinin yerine kendi takımınızı, siyah beyaz yerine kendi renklerinizi yazın…
Var mısınız?

Not : Rıdvan Akar Tarafından kaleme alınmıştır. 13.07.2011