Bu Blogda Ara

15 Temmuz 2011 Cuma

Futbol endüstriyelleşmiş olabilir.
Ama biz malul/meta değiliz.
Taraftarız.
Seyirciyiz.
Renklerine sevdalandığımız tutkunlarız.
Hangi Beşiktaşlı başarısızlıktan dolayı takımını terk etmiş?
Hangi Beşiktaşlı yenilgiden sonra takımına küsmüş?
Hangi Beşiktaşlı harama tevessül etmiş?
Yıllardır söyledik. Şimdi bağırmak zamanı.
Şeref’inizle oynayın, Hakkı’nızla kazanın!
Beşiktaş’ı bir değerler manzumesine dönüştüren, “duruşumuzu” borçlu olduğumuz iki abide isme yakışanı yapın.
Biz Beşiktaş taraftarları…
Elle atılan golle hüzünlendik. Hak etmemiştik.
Kendini yere atıp penaltı kazanan oyuncuya öfkelendik. Hak etmemiştik.
Rakibine dirsek vuranı, çelme takanı ıslıkladık. Efendi davranılmamıştı.
Haksız yere ceza gören rakip oyuncuyu savunduk. “Eyyamcı hakem” diye bağırdık.
Böyle olmalıydık.
Gündelik yaşamımızda peşinde koştuğumuz ahlakı, erdemi, dürüstlük ve olgunluğu sahada da görmeliydik.
Bizler Hatice’nin ahvalini de önemseyen, neticenin ille de başarının biricik kriteri olmadığına inananlardık.
Bugün Türk futbolu büyük bir sınavdan geçiyor. Kaybettiğimiz, üzüntüden kahrolduğumuz maçların nasıl parayla satın alındığını, nasıl “ille de başarı” diyenlerin hayatımızın biricik sevdasını istismar ettiğini öğreniyoruz.
Bugün maaşımızdan arttırdığımız bir biletin, umudumuzu bağladığımız bir kuponun, harçlığımızdan biriktirdiğimiz bir deplasman biletinin ardında aslında ne oyunlar oynandığını, ne hile ve düzenbazlıklar olduğunu öğreniyoruz.
Bugün sevdalandığımız renklerin süregelen soruşturmanın sadece mağduru değil, zanlısı da olabileceğini öğreniveriyoruz.
Mahkemenin kararını vereceği son güne kadar bu olayda ismi geçen bütün Beşiktaşlılar bizim için masumdur. Onlara önyargı ile bakmayacağız.
Ancak diğerlerinin yaptığı gibi arkalarından peşi sıra gitmeyi de reddetmeliyiz. Acı ve sancılı da olsa doğrusu budur. Artık “o” Beşiktaşlılar bize bizden olduğunu kanıtlamak zorundadır. Zira bizim yıllardır –perde arkasını bilmeden- yaşadığımız düş kırıklığını Kayseri’de yaşayan “Boz Baykuşlar” ile empati kurmadan gerçeğin peşinde koşamayız.
Şimdi iki takım var. Biri namuslu ve dürüst olanların takımıdır. Diğerinde ise şikeci, düzenbaz ve hile ile çıkar peşinde koşanlar var.
Biz Beşiktaşlılar ilkini temsil ediyoruz. Etmeliyiz.
Onun içindir ki masum olduğuna inandığımız, sonuna kadar inanacağımız “zanlı” Beşiktaşlılarla aramıza mesafe koymalıyız. Masumiyetlerini kanıtlayıncaya kadar ne “büyük” diye bağırırız ne de “yanındayız” diye destek veririz. Artık aidiyet değil hukuk devreye girmiştir. Adaleti simgeleyen o gözü bağlı kadın kadar tarafsız ve objektif düşünürüz.
Zira biliriz ki eğer ki ortada Beşiktaşımızı zan altında bırakacak bir iddia varsa. Biz utanacağız.
Eğer ki puan ya da kupa için anlaşılmışsa o kupaya saygı duymayacağız.
Eğer ki bir kişi bile vaatle Beşiktaş’a karşı yeterince koşmamışsa biz sevinemeyeceğiz.
Kimse “Beşiktaşk” dediğimiz için her şeyi mübah göreceğimizi beklemesin. Biz sevdiğimiz renklerin sevdalısıyız, belalısı olmayacağız.
Diyoruz ki:
Arının…temizlenin…masumiyetinizi sadece yargıya değil, bizlere de kanıtlayın.
Sizi kucaklayalım. Coşkuyla gücünüze güç katalım.
Ama siz de arınıncaya, temizleninceye ve masumiyetinizi kanıtlayıncaya kadar Beşiktaş’la aranıza mesafe koyun. Beşiktaş’a yapılacak en büyük iyilik budur.
Diyoruz ki:
Tarihi bir fırsat elimizdedir.
Adını dürüstlüğü ile bizleri “şerefli ikinciliklerle” onurlandıran efsanevi başkanımızın diliyle adlandıralım. “Fitbol”da temizlik hareketini biz Beşiktaşlılar başlatalım. Formalarımıza, atkılarımıza bir siyah kurdela bağlayalım. Bilelim ki o kurdela sahibi olan bizler “Fitbol”da Temizlik Hareketi”nin erleriyiz.
Manifestomuzu birlikte yazalım.

Ey diğer renklere gönül verenler…
Bu yazıdaki bütün Beşiktaş sözcüklerinin yerine kendi takımınızı, siyah beyaz yerine kendi renklerinizi yazın…
Var mısınız?

Not : Rıdvan Akar Tarafından kaleme alınmıştır. 13.07.2011

16 Mart 2011 Çarşamba

Semt bizim Aşk bizim

RIDVAN AKAR 16.03.2011

Sevdamıza göz koyanın…
RIDVAN AKARSevdamıza göz koyanın…

 
Sevdamızı kimseyle kıyaslamayacağız.
Ne hangi “Çayır”ın sadece bir liraya el değiştirdiğini hatırlayacağız ne de bizim vergilerimizle stat yaptırıp sonra da övünenleri konuşacağız.
Ne “devlet bize stat yapınca görün nasıl da alkışlayacağız” diyenleri ne de belediyesine stat yaptırıp kendini büyük sananları tartışacağız.
Biz bu ülkenin tek semt takımıyız.
Gücümüzü önce 108 yıllık maziden sonra da o semtten alırız.
Ne paranızı istedik, ne de kredinize talip olduk.
Ne avantadan arsa, arazi tahsisi dilekçesi verdik.
Ne de kıyak inşaatlardan rant talep ettik.

"Gözleriniz vardır görmez, kulağınız vardır duymaz."
Huuuuuuu...
O stadın harcında biz varız.
Müzesinde de anılarımız ve kurucularımız.
O stadın açılışında ilk golü Süleyman (Seba) attığında ‘Dolmabahçe’yi ilk titreten’ (!) bizdik.
O stat 64 yıldır bizim.
Semtteki evimiz, çarşımız, okulumuz, hastanemiz ve inanç mabetlerimiz kadar bizim.
Dolmabahçe yolu bizimle güzel, bizimle romantik, bizimle gerçek.
Stadımız eski. Seviyoruz.
Stadımız demode. Seviyoruz.
Stadımızın tuvaletleri bozuk. Seviyoruz.
Stadımız alttan ısıtmalı değil. Seviyoruz.
Stadımız yetersiz. Sıkışırız.
Stadımızda depreme dayanıksız. Ha, o zaman bir şey yapmak lazım.
Sevdamıza ve semtimize öylesine bir “bakan” ferman buyurmuş.
“Statta tepiniyorlar” demiş.
Vals mi yapmaya gitmiştik?
Devam etmiş.
“Tepiniyorlar, Dolmabahçe Sarayı” kayıyor.
O halde “tepinmeyelim” olur mu? Siz mimarlarınızı, inşaat mühendislerinizi, restaratörlerinizi, uzmanlarınızı ve bilumum antika anıt kurumlarınızı harekete geçirmeyin. Aman, önlem almayın. Biz “tepinmeyiz” olur biter.
Bir Antep sözü var.
“Ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belliydi” derler.
Bizim “bakan” da baklayı ağzından çıkarmış. Demiş ki “iki çözüm var: Birincisi küçük, sembolik bir spor merkezine dönüştürülebilir. Beşiktaş’a başka bir noktada stadyum yapılır. İkincisi de sporu tümüyle oradan çıkarıp, bölgeyi kültür vahasına dönüştürebiliriz.”

Beşiktaşlılar. Kara Kartallar…
Diyor ki; Stadınızı elinizden alacağız.
Bunun yolunu yapıyoruz.
Tepinmeniz bahane…
İstanbul’un her yerini tepe tepe kullandırdık. Sıra Dolmabahçe’de…
Semtimizi Beşiktaş’tan, Beşiktaş’ı bizden uzak tutacaklar.
Maksat birileri para kazansın, maksat siyaset hayatı kazısın.
Zeytinburnu’nda yer vermişler. Beğenmemişiz. Birilerine peşkeş çekilememiş. Kızmışlar.
Bilmiyorlar ki bu semt takımıyla nefes alır, nefes verir.
Bilmiyorlar ki yendiğimiz günün sabahı esnaf domatesi seçtirir, yenildiğimiz gün ağızları bıçak açmaz.
Bilmiyorlar ki o statta bizim dedemizin, babamızın, oğlumuzun, kardeşimizin anısı var.
Bilmiyorlar ki orası sadece bir stat değil. Hayat vahamız. Efkarımız, gözümüzdeki yaşımız, alın yazımız…
Ey bakan…
Uyarıyoruz…
Biz önce Beşiktaşlı, sonra sağcı, solcu, İslamcı, Liberal, muhafazakar, ülkücü ve milliyetçiyiz.
Yani biz önce Beşiktaşlı kimliğimize sonra herhangi bir şeye inanırız.
Sabrımızla oynamayın.
Sizin siyasi hesaplarınız, kızgınlıklarınız ve çıkarlarınız vız gelir bize vız…

Ne semtimizi ne de stadımızı teslim ederiz.

9 Mart 2011 Çarşamba

Vakit geldi mi gerçekten ?

Bu yazı internette rekora koşuyor

Ergenekon operasyonu kapsamında gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanmasına medyadan en sert tepki Habertürk yazarı Ece Temelkuran'dan geldi

Son Dakika Gündem

- 07:30 | 09 Mart 2011
Bu yazı internette rekora koşuyor
 Ece Temelkuran'ın bu yazısı son 48 saat içinde internette paylaşım rekoru kırdı.

İşte, "bir sonraki dalgada Ece de kesin içerde" orumları yapılmasına neden olan ve dostlarının, meslektaşlarının haksızlığa uğradığını düşünen bir gazetecinin kaleminden dökülen satırlar:

"METRİS'in önünde durdum / Hasretin yerlere vurdum / Ben dağlarda uçan kuştum, uçan kuştum..." Vakit geldi, gürültü yapmanın zamanıdır. Sokaklara alışmak gerekecek, artık belli oldu.

Belli oldu vicdan yok, utanmak yok, şirazesi patlamış bir hınçla geliyorlar üzerimize.


Son düşünce kırıntısını yok edinceye, hepimiz boş gözlerle ve dilimiz dışarıda onların emirlerini bekler hale gelinceye kadar...

Önümüze attıkları ekmek için tüm kalbimizle şükredinceye kadar...

Gözlerinin içine bakmaktan korkup boynumuzu bükerek durana kadar...

Onurumuz, gururumuz, haysiyetimiz, omurgamız iyice bükülene kadar.

Üzerimize gelecekler.

Vakit geldi, hazırlanın.

"Yok artık, o kadarını da yapamazlar" dediğiniz şeyleri yapacaklar.

Şakşakçılarını bile "Bu kadarı da fazla" dedirtecek şeyler olacak.

Belli oldu, bundan sonra iyi haber gelmez mahkeme kapılarından.

Vakit geldi. Şahlandılar. Yöneticilerin bile yönetmediği bir zamana girildi.

KÜF GİBİ, PAS GİBİ...
Bir garip organizma ele geçiriyor şimdi ülkeyi. Küf gibi, pas gibi, rutubet gibi, için için...

Dizginleri yöneticilerin elinde olmayan başka türlü bir şey bu. Sinsiler, küf gibi, pas gibi, rutubet gibi sessizler.

Adlı adınca çıkmıyorlar ortaya yüzlerini göstermiyorlar.

Hayalet gibiler, etrafımız çoktan sarılmış. Kadrolarıyla, pusularıyla, yosun tutmuş sabırlarıyla geliyorlar.

Allahın adını pis ağızlarında geveleyerek, gözyaşlarını geviş getirerek geliyorlar.

"BAŞBAKAN BİLE DURDURAMAYACAK ONLARI" Vakit geldi, sıkı durun. En büyük başkan Başbakan bile durduramayacak onları.

Çünkü yıllardır çevrelediler iktidar koltuğunu.

İktidar koltuğu hariç her yeri ele geçirdiler.

Tahta kurtları gibi ağır ağır...

O iktidar koltuklarında oturanlar biliyorlar: Koltukları havada duruyor, onların omuzlarında.

Kıpırdasalar düşerler.

Delikanlılığın, kabadayılığın, bitirimliğin sınırı da buraya kadar işte.

Vakit geldi, neyiniz varsa koyun ortaya. Beklediniz değil mi bunca zaman. Birileri, bir şeyler durdurur bu gidişi diye.

Öyle olmayacak. Anlamıyor musunuz, Ahmet'i alıyorlarsa, Nedim'i götürüyorlarsa, denizin sonuna gelindi. Kara göründü hanımlar beyler, kapkara, en kara, zifiri kara göründü.

Vakit geldi, nefesinizi uzun yola göre ayarlayın. Artık şaşırmayın, dona kalmayın hayretten.

Bundan sonra neler neler olacak. Şaka gibi olacak her şey her seferinde ve her seferinde çok ciddi olacak hepsi.

İnsanı güldürecek kadar saçma sorular soracaklar ve güldüğünüzde suratınıza yiyeceksiniz tokadı.

Tıpkı darbelerin küçük askerlerinin hep yaptığı gibi.

Her
faşist her kahkahayı üstüne alınır çünkü.

Vakit geldi, toparlayın ağzınızı, ürkütmeyin faşist vakvakları Vakit geldi. Eski hikâyeleri hatırlayacaksınız.

Babamın 12 Mart darbesinden sonra avukatlık yaptıtğı davalardan biriymiş. Bir öğretmene sormuş gazeteci
Fethiye'de: "Hocam turşu yapmak mı zordur, darbe yapmak mı?" Öğretmen cevap vermiş: "Turşu yapmak daha zordur. Çünkü turşu için vasıflı hıyar gerekir. Darbe için birkaç vasıfsız hıyar yeterlidir." Öğretmen böyle bir espri yaptı diye yıllarca hapis cezasıyla yargılanmış. Komik değil mi? Bu komikliklerin hepsi işte bizim de başımıza gelecek, geliyor. İnsanın hiç de gülesi gelmiyor.

Vakit geldi. Rakı bardaklarını kaldırıp içerideki arkadaşlarımız için içeceğiz. Dışarıda olduğumuz her günü suçlulukla yaşayıp, güldüğümüz her seferinde dudağımızı kırıp onları hatırlayacağız.

Telefon numaralarını çevirdiğimizde buz gibi bir kadın sesi "Aradığığnız numaraya şu an..." diyecek.

Artık arkadaşlarımıza ulaşamayacağız.

Çünkü vakit geldi.

Vakit geldi. Artık bağır bağır bağırmanın zamanı. Çünkü hava kurşun gibi ağır. Yeter artık: Ba bağır bağır!

Vakit geldi mi gerçekten ?

Bu yazı internette rekora koşuyor

Ergenekon operasyonu kapsamında gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanmasına medyadan en sert tepki Habertürk yazarı Ece Temelkuran'dan geldi

Son Dakika Gündem

- 07:30 | 09 Mart 2011
Bu yazı internette rekora koşuyor
 Ece Temelkuran'ın bu yazısı son 48 saat içinde internette paylaşım rekoru kırdı.

İşte, "bir sonraki dalgada Ece de kesin içerde" orumları yapılmasına neden olan ve dostlarının, meslektaşlarının haksızlığa uğradığını düşünen bir gazetecinin kaleminden dökülen satırlar:

"METRİS'in önünde durdum / Hasretin yerlere vurdum / Ben dağlarda uçan kuştum, uçan kuştum..." Vakit geldi, gürültü yapmanın zamanıdır. Sokaklara alışmak gerekecek, artık belli oldu.

Belli oldu vicdan yok, utanmak yok, şirazesi patlamış bir hınçla geliyorlar üzerimize.


Son düşünce kırıntısını yok edinceye, hepimiz boş gözlerle ve dilimiz dışarıda onların emirlerini bekler hale gelinceye kadar...

Önümüze attıkları ekmek için tüm kalbimizle şükredinceye kadar...

Gözlerinin içine bakmaktan korkup boynumuzu bükerek durana kadar...

Onurumuz, gururumuz, haysiyetimiz, omurgamız iyice bükülene kadar.

Üzerimize gelecekler.

Vakit geldi, hazırlanın.

"Yok artık, o kadarını da yapamazlar" dediğiniz şeyleri yapacaklar.

Şakşakçılarını bile "Bu kadarı da fazla" dedirtecek şeyler olacak.

Belli oldu, bundan sonra iyi haber gelmez mahkeme kapılarından.

Vakit geldi. Şahlandılar. Yöneticilerin bile yönetmediği bir zamana girildi.

KÜF GİBİ, PAS GİBİ...
Bir garip organizma ele geçiriyor şimdi ülkeyi. Küf gibi, pas gibi, rutubet gibi, için için...

Dizginleri yöneticilerin elinde olmayan başka türlü bir şey bu. Sinsiler, küf gibi, pas gibi, rutubet gibi sessizler.

Adlı adınca çıkmıyorlar ortaya yüzlerini göstermiyorlar.

Hayalet gibiler, etrafımız çoktan sarılmış. Kadrolarıyla, pusularıyla, yosun tutmuş sabırlarıyla geliyorlar.

Allahın adını pis ağızlarında geveleyerek, gözyaşlarını geviş getirerek geliyorlar.

"BAŞBAKAN BİLE DURDURAMAYACAK ONLARI" Vakit geldi, sıkı durun. En büyük başkan Başbakan bile durduramayacak onları.

Çünkü yıllardır çevrelediler iktidar koltuğunu.

İktidar koltuğu hariç her yeri ele geçirdiler.

Tahta kurtları gibi ağır ağır...

O iktidar koltuklarında oturanlar biliyorlar: Koltukları havada duruyor, onların omuzlarında.

Kıpırdasalar düşerler.

Delikanlılığın, kabadayılığın, bitirimliğin sınırı da buraya kadar işte.

Vakit geldi, neyiniz varsa koyun ortaya. Beklediniz değil mi bunca zaman. Birileri, bir şeyler durdurur bu gidişi diye.

Öyle olmayacak. Anlamıyor musunuz, Ahmet'i alıyorlarsa, Nedim'i götürüyorlarsa, denizin sonuna gelindi. Kara göründü hanımlar beyler, kapkara, en kara, zifiri kara göründü.

Vakit geldi, nefesinizi uzun yola göre ayarlayın. Artık şaşırmayın, dona kalmayın hayretten.

Bundan sonra neler neler olacak. Şaka gibi olacak her şey her seferinde ve her seferinde çok ciddi olacak hepsi.

İnsanı güldürecek kadar saçma sorular soracaklar ve güldüğünüzde suratınıza yiyeceksiniz tokadı.

Tıpkı darbelerin küçük askerlerinin hep yaptığı gibi.

Her
faşist her kahkahayı üstüne alınır çünkü.

Vakit geldi, toparlayın ağzınızı, ürkütmeyin faşist vakvakları Vakit geldi. Eski hikâyeleri hatırlayacaksınız.

Babamın 12 Mart darbesinden sonra avukatlık yaptıtğı davalardan biriymiş. Bir öğretmene sormuş gazeteci
Fethiye'de: "Hocam turşu yapmak mı zordur, darbe yapmak mı?" Öğretmen cevap vermiş: "Turşu yapmak daha zordur. Çünkü turşu için vasıflı hıyar gerekir. Darbe için birkaç vasıfsız hıyar yeterlidir." Öğretmen böyle bir espri yaptı diye yıllarca hapis cezasıyla yargılanmış. Komik değil mi? Bu komikliklerin hepsi işte bizim de başımıza gelecek, geliyor. İnsanın hiç de gülesi gelmiyor.

Vakit geldi. Rakı bardaklarını kaldırıp içerideki arkadaşlarımız için içeceğiz. Dışarıda olduğumuz her günü suçlulukla yaşayıp, güldüğümüz her seferinde dudağımızı kırıp onları hatırlayacağız.

Telefon numaralarını çevirdiğimizde buz gibi bir kadın sesi "Aradığığnız numaraya şu an..." diyecek.

Artık arkadaşlarımıza ulaşamayacağız.

Çünkü vakit geldi.

Vakit geldi. Artık bağır bağır bağırmanın zamanı. Çünkü hava kurşun gibi ağır. Yeter artık: Ba bağır bağır!

25 Ocak 2011 Salı